Blog

Yazma Cesareti

  • 16 Eylül 2022
Yazma Cesareti

Erdem Aksakal ‘97

Yazmaya çok hevesli bir çocuk değildim. 1990 yılında BAL’daki eğitim hayatıma başlamadan önce kendi isteğimle bir yazı yazdım mı anımsamıyorum, sanırım yazmadım. İlkokuldaki kompozisyon ödevleri haricinde bir günlük tutmadım, duvar gazetesi çıkarmadım. Okumayı pek severdim. Ansiklopedi, çocuk kitabı, gazete, öğretmen ebeveynlerimin plan defterleri, ünite dergisi, eski kitaplar ne bulursam okurdum. Ama okumayı ne kadar seviyorduysam yazmaya da o kadar mesafeliydim. Büyük olasılıkla da el yazım güzel olmadığından. İlk ve ortaokulun önemli bir dersi olan güzel yazı dersinde solak olmak pek zahmetlidir. Divit ile özel deftere nakşettiğiniz harf henüz kurumadan, kalemi tutan sol eliniz mürekkebi dağıtır. Mürekkep dağılmasın derken sonraki harfe özenemezsiniz. Yazı, bir türlü güzel yazı olamaz.

Kendimi bildim bileli solağım. Kaşığı da kalemi de sol elle tutuyorum. Bu satırları okuyan solaklar kendi zahmetli solaklık yolculuklarını gözünde canlandırmıştır eminim. Aile, öğretmenler, aile büyükleri, konuya dair bir fikri olan olmayan herkes el kadar bir çocuğun kalem tutan eli değiştirmesi için uğraşır. Solaklığın en zor kısmı da budur. Solak yaşamak aslında -güzel yazı dersi gibi tek tük aksilikler haricinde- o kadar da dertli bir hayat değildir. Daha zor olan, kendi solaklığına çevreyi ikna etmektir.

5 senelik ilkokuldan sonra Hazırlık sınıfından dahil olduğum Bornova Anadolu Lisesi, ilk kez yazımın sorgulanmadığı bir ortamdı. Solak elimden çıkmış harflerimin titrekliği bir eleştiriye hedef olmuyordu. Aksine yazmak destekleniyordu. Kimi öğretmenler arada ödevleri kontrol ettiğinde ise konu İngilizceyi ya da Türkçeyi ne kadar iyi kullandığımız oluyordu. Yazının tek güzellik kriteri harflerin kaligrafisi değildi.

Daha da ötesi Bornova Anadolu Lisesi’nin dört bir yanından yazma isteğini teşvik edecek bir hareketlilik fışkırıyordu. Ortaokul ya da liseli büyüklerimizin çıkardığı dergiler, duvar gazeteleri, edebiyat yarışmaları; ilkokuldan yeni mezun olmuş bir çocuğa göre mucize gibi gelebilecek büyüklükteki BAL kütüphanesi. Yaşımız büyüdükçe Bornova yolu boyunca servislerde elden ele değişerek okuduğumuz mizah, edebiyat ya da politika dergileri. Öğrencilerin her konuda, özgürce yazmasını öneren Türkçe ve edebiyat öğretmenleri.

Herkesin yazısının farklı olduğunu, bunun bir kusur değil zenginlik manasına geldiğini uçsuz bucaksız BAL bahçesinde, korulukta, kütüphanede öğrendim. BAL benim için içimden geldiği gibi yazabilme cesaretiydi.

Bir öğrenci dergisine ya da kitaba, bazen akademik bir makaleye bazen isyankâr bir satıra, anonim bir yazıya, kurumsal bir metne ya da hisli bir dizeye harflerimi dökebilecek gücü bulduysam burada BAL’da geçirdiğim ilk gençliğin payı var. Zeki, üretken ve özgür beyinlerle çevrilmiş yıllarımız, ülkenin içinde bir sığınak gibi duran İzmir’de bizi bir sığınak gibi kucaklayan koruluğumuz, bize miras kalan kendini ortaya koyma cesaretiyle, okulumuzdan çıkan değerli örneklerle birleşince yazmak hem bir zevk hem bir görev oldu benim için.

1997’de BAL’dan mezun olduktan sonra da üniversitede, sosyal hayatta ve 90’ların sonuna doğru yaygınlaşan dijital mecralarda yazma isteğim hep diriydi. İlk kez basılı bir kitapta imzamı “BAL’ın 50 Yılı İpekli Kuyu Höyüğünden Bornova Anadolu Lisesine” kitabında gördüm. 90’ları anlattığım yazı benim için bir dönüm noktasıydı. BAL bana sadece İngilizceyi, fen bilimlerini, matematiği ya da dayanışmayı, dostluğu, adaleti değil aynı zamanda kendini ortaya koymayı, söz söylemeyi, yazmayı; hem de sol elle yazmayı öğretmişti.

Yıllar geçti, ilk yayımlanan kitabımın imza günlerinden birisi için BAL bana kucak açtı, her zamanki gibi. Mezuniyetimden neredeyse 20 sene sonra bana yazmayı, edebiyatı, bilimi sevdiren hocalarıma; yazmayı öğrendiğim yerde BAL’da kendi kitabımı imzalama onurunu yaşadım. Genç kardeşlerimle sahicilik üzerine söyleşi yapma fırsatım oldu. Türkiye’nin, dünyanın neresine gitsem yazmaya, okumaya meraklı BAL’daşlarla karşılaştım. Birkaç hafta önce yayımlanan kitabım Çok Çalışıyoruz’u BAL Camiasına duyururken, 30 sene önceki titrek harflerini duvar gazetesine işleyen çocuk halimin heyecanını yaşıyorum tekrar.

Ne zaman üretmek için bir hamleye, söz söylemek için cesarete ihtiyaç duysam onlarca yıl önce Bornova Anadolu Lisesi’nde öğrendiğim ve adeta genlerime kazınan kendini ifade etme dürtüm beni ele geçirir.

90’lı yıllarda okul bahçesinin çeşitli noktalarına serpiştirilmiş üç adet çeşme vardı. Baş harfleri BAL’ı oluşturan Bilgi-Akıl ve Liyakat çeşmelerinden senelerce su içmiş olmanın gücüyle otururum yazının başına. Yazmayı başardığım her satır çocukluğumda en güçsüz yanım zannettiğim kendimi yazarak ifade etmeyi bir güce dönüştüren Bornova Anadolu Lisesi günlerime bir selamdır aslında.